Tasarım,
sanat ve fikir kütüphanesi

Ece Gökalp

24.04.2017
Sayı 16

“Buraya bak, ben bu konuyla ilgili düşünüp uğraşıyorum bir süredir, sen de bunu bir düşün.”

Röportaj: Şener Yılmaz Aslan


Öncelikle kendini biraz tanıtır mısın? Almanya’ya yerleşme kararın nasıl gelişti ve Berlin’de günlük yaşamın nasıl devam ediyor?

Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Fotoğraf ve Video okudum, bitirme tezim için fotoğraf kuramına ağırlık verdim ve sonrasında teoriyi pratiğime daha çok yansıtabilmek için bir yüksek lisans bölümü aramaya karar verdim. Birçok okula baktıktan sonra bir arkadaşımın UdK Berlin (Berlin Güzel Sanatlar Üniversitesi) önerisiyle “Art in Context” bölümünü araştırdım ve başvurdum. Dolayısıyla 3 senedir Berlin’deyim ve bölümümden çok memnunum, bana çok şey kattığını düşünüyorum. 

Berlin’e geldiğimden beri daha az sosyalleşerek daha çok araştırma, iş üretme yani çalışma odaklı yaşıyorum aslında. 1 haftadır “Kün” ismini verdiğim yavru bir köpekle evde delirme halindeyim, çok tatlı bir çocuk. Yeni sergi ve projelerle uğraşmanın arasına Kün’ün tuvalet eğitimi girdi mesela.

İşlerine bakılırsa fotoğraf senin için bir ifade aracı olmalı? Fotoğrafı hayatında nasıl konumlandırıyorsun?

Açıkçası lisansımın ilk iki senesinde çok katı kurallar ve belli konular üzerinde çalışmak zorunda olduğumuz için fotoğrafla çok iyi bir başlangıç yapmadım. Ulaşılması gereken sonuçlar üzerineydi eğitimimiz, bu da benim istemsiz bir şekilde başkaldırdığım bir şeye dönüştü. Sonrasında okulu boş verip kendi istediğim şeylere yoğunlaştığımda, ki fotoğraftan önce illüstrasyon yapıyordum, dolayısıyla bu ikisini birleştirdiğimde fotoğraf benim için sınırsız bir ifade aracına dönüştü. Herkesin kendini rahat hissettiği araçlar var bence hayatta. Fotoğraf benim kendimi bu anlamda çok rahat hissettiğim bir araca dönüştü ve o zamandan bu yana fotoğraf üzerine düşünmek, okumak, fotoğraf çekmek, çekmemeye karar vermek gibi şeyler hayatımın büyük bir kısmını oluşturuyor.

Genel olarak fotoğrafı çektikten sonra fiziksel ya da dijital birtakım müdahalelerde bulunmayı ve kurmaca sahneler yaratmayı sevdiğin kadar tamamen belgesel işler de üretiyorsun. Fotoğrafın her alanı ile ilgilendiğini söyleyebilir miyiz?

Açıkçası fotoğraf öğrencisiyken doğa fotoğrafı ve belgesel fotoğraf çekmeyeceğime dair kendime bir söz vermiştim. Acayip sıkıcı görünmüşlerdi fakat yıllardır manzara fotoğrafı çekiyorum ve son iki yıldır epey belgesel gibi bir alana kaydım. Tam olarak belgesel denemez sanırım. Son projelerimde benim için konu ve konuyu bir şekilde izleyiciye anlatabilmek önemli. Daha öncesinde estetik kaygılar daha ağırdı sanırım. Tabii ki hâlâ kendi estetik algımı yansıtan işler yapmaya çalışıyorum fakat 2-3 senedir “Buraya bak, ben bu konuyla ilgili düşünüp uğraşıyorum bir süredir, sen de bunu bir düşün.” gibi daha direkt anlatımlı kaygılarım var. O da fotoğrafın neresine düşüyorsa, ben de orasındayım dolayısıyla. 


Biraz “Ataerkil Pazarlığımız” isimli projenden bahseder misin? Nasıl çıktı ortaya?

2014’ün yazında bir arkadaşımla otururken bana 18 yaşındayken başından geçen korkunç bir saldırıyı anlatırken ortaya çıktı aslında. Hâlâ anne babasının bunu bilmediğini söyleyince, konuşmanın geri kalanını kaydetme izni alıp o refleksle projeyi başlatmış oldum. Projede aslında odaklanmak istediğim şey gündelik yaşamdaki tacizler, küçümsemeler, zorluklar, yani kadınların artık içselleştirip fark etmeyebildiği kadar sık yaşanan cinsiyet temelli ayrımcılıklar. İstanbul’da yaşayan 25-35 yaş aralığındaki 13 kadınla görüşmeler yaptım ve onların görüşmeler sırasında fotoğraflarını çektim. Bunları bir sergi ve kitap şeklinde derleyip bir kaç aya paylaşacağım fakat projenin içeriğinin ağırlığından dolayı görüşmelerden sonraki kısmı çok yavaş ilerledi ve hâlâ yapmam gereken çok iş var. Projeyle birlikte istediğim şey bu normalleşmiş ya da başkalarıyla paylaşılmaya gerek görülmemiş/utanılmış anıları paylaşmak ve paylaşmanın verdiği güvenle güçlenmek. Fotoğraftan ziyade içeriği ile ilgili bir proje diyebiliriz.

Bir kadın olarak mesleğini icra ederken çeşitli ayrımcılıklara uğradığını ya da kadın olmandan dolayı zorluklar yaşadığını düşünüyor musun?

Açıkçası sanat kısmında olduğum ve fotoğraf sektörüne çok girmediğim için, çok fazla ayrımcılık yaşamadım. Fakat fotoğrafçıların arasında bir erkekler kulübü durumu olabildiği için ben o ortamdaysam “Şimdi Ece kızacak ama.” diye başlayan, benim “feminist” olmamla ilgili kinayeler içeren anlatılar oluyor zaman zaman. Ben de konu üzerinde bunca araştırma yapmış halimle gülüp geçemiyorum açıkçası, çok cahilce geliyor genelde söylenenler. Ben de üzülüyorum neden bu konular hakkında cahil olmak hâlâ hiç utanılmayacak, hatta gurur duyulacak bir şey diye. 




Fotoğraflarına yaptığın müdahalelere bakılırsa tasarım geçmişin de olmalı, fotoğraf dışında da farklı sanat/tasarım üretimlerin oluyor mu? Yalnızca sanat üretimi ile kimsenin geçimini sağlayamadığını varsayarak soruyorum, hayatını nasıl idame ettiriyorsun?

Ben Fotoğraf ve Video Bölümüne girmeden önce illüstrasyon yapıyordum, o yüzden hiçbir zaman sadece fotoğraf çeken birisi olmadım. Fakat artık yaptığım çoğu şeyi kendime saklıyorum. Geçim konusu ise sıkıntılı evet, şu an yüksek lisans yapıyorum mesela ve geçen sene için bir burs kazanmıştım, epey yardımı dokundu. Fakat sanırım iş satmanın alternatifi burslar ve fonlar oluyor benim için. Yoksa sektörün kendisiyle ilgilenmiyorum açıkçası. Fotoğrafçı olarak sektörde var olmaya çalışmaktansa başka bir iş kolu bulup çalışmak daha cazip benim için.  

Son olarak işleri ile seni etkileyen ve sanatına yön verdiğini düşündüğün sanatçıları bizimle paylaşır mısın? Ek olarak sinema ve müzik desem aklına hangi isimler gelir?

Daha ziyade yazar ismi verebilirim sanırım bu soruya cevap olarak. Genelde aklıma bir şeyler okurken geliyor projeler ya da uyumadan hemen önce. Carolyn Merchant’ın “Death of Nature”ı geçen sene beni çok etkiledi mesela. Aile ve kadın konusu üzerinden anneannemi ön plana çıkardığım proje için retorik figürü düşünürken epey yardımcı oldu. Deniz Kandiyoti’nin “Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar” kitabı “Ataerkil Pazarlığımız“ üzerinde çalışırken ama içinde biraz kaybolmuşken kafamı toparlayan ve nihayetinde projeye ismini veren bir kitap. Roland Barthes’ın “Camera Lucida”sına sık sık dönüyorum mesela, aynı şekilde Susan Sontag’ın “On Photography” isimli eserine de. Şimdilerde Barthes’ın “Mythologies”ini okuyorum mesela. Fotoğrafçı olarak da çok ilham veriyor mu emin değilim ama kütüphanemden çok sevdiğim bir iki fotoğraf kitabı ismi verebilirim. Mark Cohen’in “Dark Kness” kitabını çok beğeniyorum. Aynı şekilde Hanne van der Woude’un “Vivace” projesi ve kitabı çok başarılı. Charlotte Moth’un farklı bir formatta sunduğu “Serralves” çalışmasına da ara sıra bakmaktan epey keyif alıyorum. 


ecegokalp.com 

Sayı 16
Seda Mit Andy Timmons