Dilan Bozyel Kimdir? Fotoğraf hikayesi nasıl başladı? 1985’ in en sıcak günü olan 1 Temmuz’ da Diyarbakır’ da dünyaya gelmiş. Limasollu bir anne, Liceli bir babanın iki kulaklı, kalp dahil üç gözlü ortanca kızıyım. 9 yıl boyunca Trt Çocuk Radyosu’nda spikerlik ve seslendirmenlik yapmış, çocuk tiyatrolarında türlü türlü rollerde oynamış ve sonrasında da alakasız bir şekilde ingilizce işletme okumak için İstanbul’ a gönderilmiş, okul yanında hobi olsun diye müzik dergilerine yazmaya başlamış ve sonrasında yazılarının görsellerinin noksanlığından kendi yazılarına fotoğraf çekerek fotoğrafçılığa giriş yapmış Yengeç burçlu Balık yükselenli 27sendromlu bir kadınım. Evet en önemli noktayı atladım, işletme okurken bir anda okulu bırakıp; geçirdiği rahatsızlığının tedavisi boyunca odasında kendi fotoğraflarını çekip; Londra’ da London College of Communication ve London Academy of Art okullarına kabul edilmiş ve doğduğu yerden daha da uzaklaşarak fotoğraf sanatının içine küt diye girmiş bir fotoğrafçıyım.
Sanırım daha çok digital kullanıyorsunuz. Peki analog fotoğrafla aranız nasıl?Sanırım daha çok dijital kullanmıyorum : ) 35mm çek - at kameralar, analog kameralar, Polaroid kameralar hayatımın önemli bir kısmını kaplıyor. Ama online olarak paylaştığım karelerin çoğu dijital çekimlerimden oluşuyor, sanırım sabır sorunum var veya analog çekimlerimi baskıda görmekten daha zevk alıyorum. Biraz aklım karışmış da olabilir.
Sizce bir fotoğraftaki estetik anlayışı nasıl olmalıdır? Sizin bir kriteriniz var mı?Dünyanın tersine gidiyor oluşum inadımdan değil, yaradılışımdan kaynaklı sanırım. Dünya’ daki standart estetik anlayışına karşıyım. Güzellik yarışmalarına katılan ve sonuncu seçilen kadınları, erkekleri daha güzel buluşum da bundan sanırım : ) Sabit kriterlerim olmamasından yanayım ama ister istemez, insan tecrübe kazandıkça iş hayatında çoğunluktan, hedef kitlesinden bihaber veya zıt yaşayamıyor ve kendi zevklerini törpülemek zorunda kalıyor, dolayısıyla çoğunluğa, mevcut dünyaya ayak uyduruyor. Sağ ayağımı uyduruyorum sanırım ben. Biraz değil benim aklım çok karışmış da olabilir.
Websitesinde yer alan hırçın kadın karakterlerini feminizmle bağdaştırabilir miyiz? Vermek istediğiniz bir mesaj var mı? Feminizm, falanizm, filanizm olmasın hayatta. Bir şeyleri bir şeylerizmle sınırlandırmayalım. Yoksa nefes alamayız, koca bir evrende yaşıyoruz. Niye inatla asansöre tıkayalım ki kendimizi. Canım istemiş öyle çekmişim, böyle yorumlanmış veya şöyle anlaşılmış. Sağ el işaret parmağımı yanağıma dayayıp ‘Ben bu eserimde şunu anlatmaya çalıştım’ dersem parmağımı ısırın lütfen. Ben bir sınıra dahil olmuyorsam, ürettiğim eserlerimi yorumlayan insanları da bir sınıra sokamam. Herkes özgür hissetsin.Özgürce kendi yorumlarını, anlamlarını üstüne yüklesin ki sanat denen o kutsal şey amacına doğru hizmet etmiş olsun.
Fotoğrafın dışında genel olarak sanata nasıl bakıyorsunuz? Sizce sanat kavramının bir tanımı olabilir mi?
Bazen doktor olan babam, beynimi ele geçiriyor. Öyle günlerde ‘biz tembeller, üşengeçliğimizin ismine sanat diyoruz ve serseri gibi yaşıyoruz.’ diyorum. Soğuk bir duş ile kendime gelip, gülümsüyorum.Bana kutsal ve mucize geliyor sanat, düşünsenize birçok payda var 7milyar arasında ve beni Tanrı almış, hamurdan Dilan yaratmış ve sanat paydasının payındaki insanların arasına yerleştirmiş.Şükretmek gerek, şükretmek şükretmek. Sanat paydasında olmayanların da sanat paydasında toplananlar için şükretmeli sanki, saygısızlık olarak algılanmasın lütfen bu ricam. Hayat başka türlü anlamlı olmaz, olamaz. İçimde taşıdığım yaşlı bir bohem kadın edasıyla söylüyorum bunu; Albert Einstein demiş ki; hayatı yaşamanın iki yolu vardır. Biri hiçbir şeyin mucize olmadığını düşünerek, diğeri her şeyin mucize olduğunu düşünerek.İşte ben mucize olduğunu düşünerek yaşamaktan yanayım... Zaten başka türlü çekilmez olurdu bu savaşlar, ayrılıklar, ölümler, aldatılmalar ve tüm güzel şeyler.