“Çimenlikler ya da süslemeler, meydanlara yerleştirilen saksılar ve son günlerde çok gözüme takılan dikey bahçeler...”
Röportaj: Şener Yılmaz Aslan
Seni tanıyabilir miyiz öncelikle, nasıl başladı fotoğraf serüvenin?
İstanbul’da doğdum ve büyüdüm. Aslında fotoğrafa başlamam biraz gecikmeli oldu. Teknik bir üniversitede elektronik eğitimi aldıktan sonra çalışma hayatına başladım ve bir süre fotoğrafla amatör olarak ilgilendim. 2013 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Fotoğraf Bölümü’ne başlamamla birlikte, fotoğraf hayatımın merkezine yerleşti. Yaklaşık 3-4 yıldır belgesel fotoğraf projelerinin yanı sıra ticari nitelikte tanıtım ve mimari fotoğraf projeleriyle uğraşıyorum.
“Yeşil Alan” isimli projende acı bir gerçekle birlikte ince bir de mizah var, neler söylersin bu projenle ilgili olarak?
“Ağaç kesen baş keser” görüşünü benimsemiş bir ailede büyüdüm, bizim için doğaya saygı önemlidir. Aslında çalıştığım projeler, genel olarak hep bir yeşil sıkıntısından türüyor. İstanbul’un değişimi, Kuzey Ormanları, açıklanan, planlanan veya gerçekleştirilen devasa projeler…
Artık kentlerde yeşil alan tanımı hızla değişiyor. Bundan on yıl önce ormanlarla karşılık bulan bu kavram günümüzde bambaşka tarif ediliyor. Çimenlikler ya da süslemeler, meydanlara yerleştirilen saksılar ve son günlerde çok gözüme takılan dikey bahçeler... Belki İstanbul’un dışında sayılan bu çalışmaları biraz da fotoğraf ve güncel sanat çevresinden çıkarıp sokaktaki herhangi birine aktarmak istememden kaynaklanıyor.
Proje, yalın ve ironik minik bir eleştiriden ibaret. Stencil ve yeşil sprey boyayla yapılıyor. “Yeşil Alan” isimli Instagram hesabı yardımıyla interaktif bir platforma taşınarak, sokak sanatına yaraşır bir karşı duruşla, kalan son “yeşil alanları” belgeliyor. Duvarın dibinde bitmiş bir ot, binaların arasında insanların kendi çabalarıyla yeşerttiği, pencere önleri ya da içlerine ince fidanların ekildiği beton saksılar… Tüm bunlar “Yeşil Alan” projesinin tuvali.
“Oyuk” isimli projenden bahseder misin biraz da, nedir bu projedeki derdin?
Bu proje de aslında Kuzey Ormanları’na çekim için gittiğimde gördüğüm yüzlerce kamyonun etkisiyle başladı. Kent bir yandan yükselirken, ihtiyaç duyulan kum ve çakılın lojistiğini sağlayan, kentin her yerinde adeta bir karınca gibi dolaşan dev kamyonlar ilgimi çekti. Belki de bunların yuvalarını bulma arzusu beni taş ocaklarına kadar götürdü. Yükselen kentin aksine derinleşen çukurlarla karşılaştım. Başlarda ocaklarda çalışan insanlar ve şoförlerle temas zor olsa da birkaç başarısız denemenin ardından, ocaklarda ve hafriyat kamyonlarında geçirdiğim bir kaç ayın sonunda “Oyuk” ortaya çıktı.
Fotoğraf dışında ilgilendiğin başka alanlar var mı, nedir ilham verdiğini düşündüğün şeyler? Ülke gündeminin çalışmalarına etkisi nedir?
Çalışmalarımda genelde bir fayda ararım, bazı fotoğrafları neden çektiğim üzerine kararsızlık duymaktan kaçınırım. Aslında fotoğraf projelerime yansıdığı üzere ekolojik değişimlerle ilgiliyim. Belirli gruplarla dostluklarım ve çalışmalarım bulunuyor. Fotoğraf üretimi dışında çalışmalarım da video ve “Yeşil Alan” projesinde olduğu gibi farklı yöntemlerle kullanılabiliyor. Aslında anlatmak istediğin bir şey olduğu sürece, iş ve malzeme uyumu kendiliğinden oluşuyor. Ülkemiz bu konular hakkında çalışmak isteyenler için fazlasıyla bol konu bulunduruyor. Keşke olmasa…
Var mı yakın zamanda üzerine çalıştığın yeni bir fotoğraf projen ya da sergi projesi?
Yakın zamanda çalıştığım ve hâlâ devam ettiğim projede Marmara’nın kalan tek bakir bölgesi Çanakkale’nin kuzeyindeki sanayileşme üzerine yoğunlaştım. Benim ailem de bu bölgede yaşıyor ve bu değişim onları doğrudan etkiliyor. Yapılması planlanan 10’u aşkın santral ve fabrika, tarım ve balıkçılıkla uğraşan insanların yanı sıra sanayileşmenin getirisi iş beklentisiyle istemeden de olsa değişime boyun eğen bölge sakinleri, inşaatlarda çalışan binlerce Çinli işçi de cabası… Cılız kalan mücadeleler sonrası, belki de bunları belgelemekten başka elimden bir şey gelmemesi fazlasıyla üzüyor. Bence tepkisizliğin sorumluluğu çok daha ağırdır.
Bu projenin biten ilk ayağıyla ilgili bir sergi de şu anda Kadıköy’ün Yeldeğirmeni semtinde TOZ Artist Run Space adlı galeride üç fotoğrafçının “memleket” kavramı üzerine çalıştıkları projeleriyle birlikte, “Eve Dönüş” başlığı altında sergileniyor.
Müzik, sinema, kitap desem kimler gelir aklına?
Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz, ünlü savaş fotoğrafçısı Stanley Greene’nin son atölye çalışmasına katılma şansı bulmuştum. Çalışmalarımı değerlendirirken durdu ve “Bunları çekerken ne dinliyorsun?” diye sordu. Ona göre her imajın bir müziği vardı ve haklıydı da. Sanırım benim de çalışma sürecinde değişen müzik zevklerim oluşuyor. Bazen Bach’a ihtiyaç duyarken, bazen Pink Floyd ya da U2 dinleyebilirim. Bir de etnik melodileri her zaman sevmişimdir.
Sinemada ise özellikle görsel ve öyküleme açısından Theodoros Angelopoulos, Tony Gatlif ve Kim Ki-Duk hayran olduğum yönetmenler arasında. Zeki Demirkubuz, Özcan Alper ve Nuri Bilge Ceylan ise yerli isimler.
Walter Benjamin, Roland Barthes, Susan Sontag ve John Berger’in yazıları ise son birkaç yıldır ağırlıklı olarak okumalarımı kaplıyor.