Vokalde Esra Arslan, gitarda Serdar Avcıoğlu, klarnette Sedat Güçlü, bas gitarda Emrah Karataş, buzuki ve cümbüşte Görkem Tekin, perküsyonda Serhat Mertal Kayan ve son olarak davulda Ali Berkan Karlıdağ'dan oluşan yedi kişilik bu 'kafa ekip'le yolculukları sırasında yaptığımız röportajımızı sizlerle paylaşıyor ve "Hadi eşlik edin!" diyoruz.
Müziğe nasıl başladınız?
Görkem: Benim ilkokul öğretmenim mandolin çalıyordu. Bir koro kurmuştu, çok sesli. O dönemin şartlarına göre epey iyiydik, batı müziği yapıyorduk. Beni de o koroya seçmişti. O bir farkındalık yarattı galiba. Sonra ailemle konuştuk. Ailem de bir enstrüman çalmamı çok istiyordu zaten. Derken ben bir bağlama kursuna yazıldım. Biraz çekingen bir çocuktum ama bağlamayı elime aldığım andan beri bir daha bırakamadım. Sonra devam etti. KTÜ Maliye Bölümü'nü kazandım. İki sene dayanabildim, sonra konservatuvar sınavlarına hazırlandım ve İTÜ'ye girdim. Bağlamanın yanına yeni enstrümanlar ekledim; buzuki, cümbüş, peküsyon vs. Bu süreç grubun da kuruluşuna tekabül ediyor. Ben 4-5 yaşlarında bile normal çocuklar gibi oyuncak yerine dayımdan kalan kırık mandolin, gitar ve kasetlerimle oynuyordum. Kaset dinliyordum. Çok ağır müzikler dinliyordum ama. (Gülüyorlar.)
Serdar: Benim de Görkem'inkinden çok farklı değil aslında. İlkokul'da yavaştan kendini tanıyorsun.Ailemde müzisyenler vardı. O zamanlar teyzemin eşi çok tatlı bağlama çalardı. Dayım da ney, bağlama çalıyordu. Çok yakın olmasak da görüyordum, biliyordum. Ortaokula geçtiğimde müzik öğretmenim inanılmaz güzel bağlama çalıyordu. Zaten Gaziantep Üniversitesi'ni birincilikle bitirmiş. Ben bu sazı istiyorum dedim kendime. Annem önce pembe plastik bir şey almıştı bana. Arif Sağ kaseti takılıyordu; taklit ediyordum. Dalga geçiyorlardı. Sonra bir bağlama buldular bana da.
Sedat: Sekiz yaşında bağlama çalarak başladım ben. Güzel sanatlar lisesinde klarnete geçtim ve Konya'dan İstanbul'a ders alamaya geliyordum. İTÜ'ye girdim ve kısa süre sonra Velvele ile tanıştım. Aslında halk müziği şan eğitimi benim alanım. Grubun da ikinci vokaliyim.
Bağlamadan yetiştik diyorsunuz yani?
Görkem: Aynen bağlamadan yetiştik. Grupta herkes bağlama çalıyordu en başta.
Serdar: Esra çalamıyordu yalnızca, üzülüyordu. (Gülüyorlar.) Zaten halk müziğini sevmemizin sebebi de bu galiba. Halkların müziğini yapıyor olma sebebimiz bu olmalı. Ben liseye doğru gitara başladım. Sonra ara verdim, bağlamaya döndüm yine. Marmara Üniversitesi ÇEKO bölümünü kazandım. O sırada çıktım Tunceli'den. Görkem'le tanışmam aslında gitara yeniden başlamama sebep oldu diyebilirim ben de.
Velvele fikri nasıl doğdu?
Serdar: Üniversite devam ederken ilk yıllar ben Beyoğlu'nda Araf adında bir yerde çalışmaya başladım. Orda çok enteresan şeyler çalıyorlardı. Balkan müzikleri, Roman müzikleri, Hint müzikleri çalıyorlardı. Aklınıza gelebilecek bütün halkların müziklerini çalıyorlardı.Ayrıca orda çıkan Gruplar ve sanatçılar vardı: Luxus gibi, Cümbüş Cemaat gibi, Selim hoca (Selim Sesler) gibi. Onlar da benim çok ilgimi çekti. Ben sanırım bu müziği yapabilirim dedim. O dönem öğrenci kollektiflerindeydik aynı zamanda.Orda da kendi aramızda bir müzik topluluğu oluşturmuştuk. Görkem de onun Karadeniz ayağındaydı.Bir gün Ankara'ya eyleme gittik. Trende halaylar, oynamalar, çalmalar... Görkem'le Ankara'da tanıştık. Ekip fikri orda çıktı. İstanbul'da bir şeyler yapılabilir diye düşündük ancak ben İstanbul'da Görkem'in telefonlarını açmadım.(Görkem onaylıyor ve gülüyorlar.) Sonra ekip olduk.
Görkem: Stüdyoya girdiğimizde ne çalacağımızı bilmiyorduk. Ortak arkadaşlarımız vardı ve stüdyoya gittik. Sonra herkes bir şeyler önerdi. Bir doğu batı sentezi yaptık. Alışılmışın dışında bir şeyler yapmak istiyorduk.
Serdar: Ben Blues öğrendim ve halk müziği için çok uygun olduğunu gördüm. Rock müzik de çok uygundu. "Neden olmasın?" dedik. İkisi birden elbette ki ilerleyemiyor, cidden sağlam bir sentez gerekiyordu ki bu da yıllar içinde oturabilecek bir şey.Hatta hala tam ulaştığımı söyleyemem.
Görkem: Ben bağlamayı klasik bağlama gibi çalmıyordum. Farklı sesler arıyorsunuz. Tabii ki mi, fa, sol basıyorsunuz ama elimden geldiğince tekniği değiştirmeye çalışıyordum. Zaten repertuar direkt halk müziği repertuarı değil, çaldıklarımızın kendi içinde bir ruhu var. Bir deneme yanılma yöntemi aslında.
Serdar: Bir süre doğaçlama gitti. Doğaçlamalardan introlar, ezgiler çıktı, şarkılar çıktı.
Görkem: Eserlerin başına, ortasına ya da sonuna hep kendimizden bir şeyler ekledik.
Biraz da isimden bahsedelim, nereden geldiğine dair.
Serdar: Bir prova çıkışı çay içiyorduk Beşiktaş'ta. Simit yiyip kahvaltı etmece bir yandan da.Yoğun bir gece geçirmiştik. Orda o zamanki klarnetçimiz
Alican: "Velvele neden olmasın?" dedi. Velvele Türk müziğinde bir usül aslında. Aynı zamanda kaosu da çağrıştırıyor. Bu çok hoşumuza gitti. Çünkü o ara biraz da kaos halinde çalıyorduk.
Görkem: Sonra bir daha da adımızı değiştirmedik. Söylendiği günden bu yana öylece kaldı.
Serdar: Süreç içinde ismin kişiliğimize çok oturduğunu fark ettik.Bence iki anlamı da çok hoş.
Hem sokakta hem de barda çalmış müzisyenler olarak sokak ve bar müziğini karşılaştıracak olsanız neler söyleyebilirsiniz?
Serdar: Sokak müziği samimi aslında. Çok daha samimi ama bir yandan da riskli. Nasıl riskli? Barda kendini dinletebiliyorsun, insanlar seni dinlemeye geliyor zaten. Sokakta gelip duyup gidebiliyorlar.Çok da kulağında kalamıyorsun o insanların. Belki cdler satılabilir kalıcı olmak adına. Biz bunu hiç düşünmedik ama. Bar yani sahne bizi geliştirdi. Sistemi öğretti.
Görkem: Bar biraz daha sorumluluk isteyen bir şey. Sokakta çalarken kimse sana çıkıp da vay efendim neden böyle çaldın demez. Barda beklenti yüksektir. Sokakta özgürsün, dinleyici ile arana maddi hiçbir şey girmiyor.
Serdar: Sokağın sesle ilgili bir sorunu da var. Çok iyi duyamadığında iyi çalamayabiliyorsun. Yine de bar da sıkıcı bence güzel olan büyük sahneler. Örneğin festivallerde de çaldık oldukça eğlenceliydi. (Tam o sırada bir sokak müzisyeni akordeonla oturduğumuz kahveye girer. Gülüşmeler.)
Görkem: Muhtemelen herkes katılacaktır bu söylediğime. Büyük bir sahnede açık havada müzik yapmak, sahnede çalmak işin tekniği açısından çok önemli. Yani sound dediğimiz olay. Tonmaister, ses karşı taraf için bir şey ifade etmese de müzisyenler için çok şey ifade eder.Çok ufak bir eksiklik bile bütün motivasyonunu düşürebiliyor, bütün gecen öyle geçebiliyor.
Serdar: İnsanları hüzünlendirecek müziği yapmak çok kolay. Eğlendirmek çok zor ama biz bunu başardık. İnsanlara göbek attırabiliyoruz. Çok rahatız çünkü.