Tasarım,
sanat ve fikir kütüphanesi

Tekrarsız

“Tekrarsız” isimli proje, tüm bu sorgulamaları geçmişin gerçek sahiplerinden duymayı ve duyurmayı hedefliyor. Seyirciye net bir cevap vermeyebilir, ancak dokumacının söyleyeceği basit gibi görünen bir sözcük fazlaca keskin de olabilir. “Otları topluyorduk, onlarla boyuyorduk önceden (ipleri), şimdi fabrikalardan satın alınıyor, cevizin kabuğunu neyin hiç atmazdık biz...”

Geçmiş, Şimdi ve Geleceğin Birlikteliği Mümkün Mü?

Cevapları ne olursa olsun, fazla soru sormanın suç olmadığını biliyoruz ve önce kendimizi, sonra herkesi sorulara boğmak niyetindeyiz.

Geçmiş olan her şey aynı zamanda eski mi? / Geçmiş tekrar edilmeli mi? / Tekrarlamak suç mu? / “El emeği” nostalji mi oldu? / Değişim, geçmişi reddetmek mi?

Yeni bir üslup ve yeni bir üretim biçimiyle geçmişi arıyoruz ve ona sahip çıkmak niyetindeyiz. Bunu da; geçmişle köprü kurabileceğimiz mekânları keşfederek, bu mekânlarda geçmişi zaten taşıyan, şimdinin içinde bulunan ve geleceğimizde yer alacak insanların varlığını hatırlatmayı sürdürerek sağlayabileceğimize inanıyoruz.

Akla gelen sorgulamaların hepsi, aslında daha iyiye, daha güzele, daha fazlaya ve en çok da daha hızlıya ulaşmak için... “Geçmişten bu kadar kolay vazgeçmeli miyiz?” sorusunun da içine dahil. Peki ya vazgeçtiğimiz şey “şimdi”den çok daha doğruysa? “Güzel” olanın, çok olanın ve hızlı olanın her zaman “doğru olan” anlamına gelmeyeceğini biliyoruz. “Doğru”, tüm bu kavramların çarpışması sonucu ortaya çıkandır ve bu çarpışmaya izin vermediğimiz sürece, doğrudan uzaklaşmamız daha kolay olur.

“Tekrarsız” isimli proje, tüm bu sorgulamaları geçmişin gerçek sahiplerinden duymayı ve duyurmayı hedefliyor. Seyirciye net bir cevap vermeyebilir, ancak dokumacının söyleyeceği basit gibi görünen bir sözcük fazlaca keskin de olabilir. “Otları topluyorduk, onlarla boyuyorduk önceden (ipleri), şimdi fabrikalardan satın alınıyor, cevizin kabuğunu neyin hiç atmazdık biz...”



1. Kor

Mustafa Özbezirci
D.1954, Dökümcü
İstanbul - Beyoğlu

Benim adım Mustafa, 46 seneden beri bu mesleğin içindeyim. Çekirdekten yetiştim, baba mesleğini devam ettiriyorum. Bu mesleği severek yaptım ve halen de severek yapıyorum, evet bıkkınlık verdi ama dünyaya yeniden gelsem yine bu mesleği yaparım. Bu meslek yarın birgün, on sene sonra veya yirmi sene sonra dökümcü namına hiçbir şey kalmayacak. Çünkü bu sefer mumla arayacaklar kesin. Tozu toprağı gören kaçıyor, ağır bir meslek çünkü, yorucu bir meslek. Kışın ayrı bir dert bizim için, yazın sıcaktan bir dert, kışın soğuktan bir dert. Neden derseniz, kumlar buz gibi oluyor, kumun içinde kalıplıyoruz çünkü, kalıpladığın zaman da parmaklarımız buz gibi oluyor. Bu sefer elin üşüyor, elini ısıtmaya gidiyorsun, bir sıcak bir soğuk parmaklar çatlıyor. Dökümcüler için bu çok zor bir şey.

Bir kalıbı alırsın bakarsın incelersin, bu kalıp nasıl çıkar, nasıl kalıplarım, nasıl yolluk veririm, acaba sakatlanır mıyım, sakatlanmaz mıyım? Bunların hepsini kafanda planlarsın. Ocağa malı yüklersin, fakat malı yükleyince çok dikkat etmek lazım. Özellikle de soğuk ıslak bir şey kesinlikle atmayacaksın. Yoksa uçar, gümler, olduğu gibi mal dışarı fırlar, yanabiliyor da insan.

Evvelden çok seri dökümler yapıyorduk, fabrikalar çıkınca böyle azaldı. Altı kişi çalışıyorduk, herkes bıraktı mesleği. Biz son postayız, bizden sonra bu mesleği yapacak kimse yok, bizim gibi fazla dökümcü kalmadı.
2. Sır
Adil Can Güven
D. 1953, Çini Sanatçısı
Bursa - İznik

Benim ustam Abdulrahman özerdi, o da aileden gelen büyük dayımdı ve aileden gelen bir seramik gelişimi vardı. 17 yaşımdan itibaren ben onun yanında usta çırak ilişkisi ile devam ettim. Aşağı yukarı 42 senedir de bu işi yapmaya çalışıyoruz.

15. yüzyılda iznikte, sarayın porselen yapımı arzulamasıyla Fatih devrinde, burada da iyi ustalar olduğu için bir seramik faliyeti başlamış. Bunun adına biz çini diyoruz. Çini tabi Türklerin aslında soyadı gibi birşey. Orta Asya’dan günümüze gelen ve Orta Asya’da teknoloji değişik olmasına rağmen en güzel ve ayrı bir teknoloji ile iznikte yapılan İznik çinileri çok önemli ve Dünya tarafından da marka olarak tesçillenmiş ve başka biryerde de yapılmamış. Tabi 15. yy dan sonra porselene benzetilmek için yapılan bu seramik türü, daha sonra mavi beyaz dönemini geçirdikten sonra şam grubu dediğimiz bir grupla devam ediyor. Bu şam grubu daha çok bitkisel motifler, eflatun, kobalt, turkuaz ve zeytin yeşili gibi renklerle bezenmiş. Bir geçiş devresinden sonra lodos işi dediğimiz kırmızı bulunduktan sonra da çininin esas 16.yy da doruğa çıktığı zamanları görüyoruz.

Dünyada geleneksel ya da el işi ortadan yavaş yavaş kalkıyor, endüstriyel oldu herşey. Herkesin geleneksel sanatlara biraz daha meyil etmesini isterim. Biraz daha onların özüne ve inceliğine varmasını isterim. Çünkü kaybolmalarını istemeyiz, kendi benliğimizi kaybederiz o zaman.



3. Düğüm
Dokumacı
Nevşehir - Göreme

Ben bu eve 1971’de geldim epeyce bir halı dokundu. Yanlarına oturup ben de ilmik atmıştım. Sonra da senelerce dokuduk. Eve geldiğimde görümcelerim dokuyordu, onlardan öğrendim ben de. İki tane torunum var, biri iki yaşında biri üç buçuk yaşında. Onlar da büyüyünce öğrenir. Ürgüp’de çok dokuyan var, göremede çok dokuyan var.

İpler mağazalarda boyanmış geliyor, biz de halıyı ne renk yaparsak o renge göre ipleri dokuyoruz. Eskiden ipleri görümcem boyardı, ablam boyardı, kaynanam da boyardı. Otları topluyorduk onlarla boyuyorduk önceden, şimdi fabrikadan satın alınıyor. Cevizin kabuğunu neyi hiç atmazdık biz...

Görümcem bilirdi, ablam bilirdi, annem bilirdi, giderdik bağlardan ot toplardık ona göre boyarlardı. Ben o zaman cahildim pek anlamazdım ki, onlara biraz yardım ederdim, onlar boyardı. Şimdi bunlar satın alınıyor, bunları fabrikalarda boyuyorlar, boyayıp getiriyorlar.

Biz boyayıp güneşe serer kuruturduk. Koyunun yününden eğirirdi annem, ondan sonra meleyir yapardı. Sonra suyun içine azcık boya atarlardı, öyle boyarlardı.

Bir kendim var bir gelin var, onun da iki tane çocuğu var ama pek ilgilenmiyorlar bu işle.
4. Kil
Galip Körükçü
D.1955, Çömlekçi
Nevşehir - Avanos

Babadan oğula geçen mesleği devam ettiriyorum. Ben babamdan öğrendim, babam da babasından derken ailemde beşinci kuşak burada devam ediyoruz.

Çömleğin toprakları, Kızılırmak’ın eski yataklarından ve Avanos’un çevresinde bulunan dağlardan alınır. Daha sonra bu birbirine karıştırılarak su ile hamur yoğurur gibi yoğurularak çamur adını alır. Taşsız toprakları bulmak gerekir, molekül bağları birbirini sıkıca tutması gerekir, eğer tutmazsa burada biz dönerken şekil veremeyiz. Onun için toprağın önemi çok büyüktür. Çömlek yapıldıktan sonra eğer güneş varsa yirmi dakika güneşte kalır. Güneş yoksa, yağmurlu karlı bir kış günüyse mağaralarda üç gün bekletilir. Daha sonra demir metallerinin üstlerine sürtmek suretiyle parlaklık kazandırılır. Bu parlatma işlemleri zor değil ama oldukça zaman alır ve eski bir Hitit tekniğine dayanır. Yani bundan dört bin yıl öncesinde de böyle parlatma işlemleri yapılıyordu. O zamanlar demir metalle değil, parlak yüzeye sahip olan taş parçaları, ağaç parçaları ile parlatılıyordu. Bu parlatılma işlemleri bittikten sonra kışın dört hafta, yazın iki hafta bekletilerek kurultulur ve daha sonra fırınlanlara verilir. Fırınlarda on saat kalarak 900 ila 1200 derece sıcaklıkta pişirilir.
5. Kalay
Emrullah Doymaz
Bakır İşleme Ustası
Gaziantep

Yaklaşık 36 yıldan beri bakırcılıkla uğraşıyorum, evliyim iki çocuğum var, Gaziantepliyim. İşleme, üç beş yılda öğrenilecek bir şey değil. Daima kendinizi yenilemeniz lazım, farklı farklı modeller olduğu için, bir ömür gidiyor.

Ustalarımızın yanında yetişerek öğrendik, bugüne kadar geldik, halende sürdürüyoruz, kendi çocuklarımıza da öğretiyoruz elimizden geldiği kadar.

Belli ölçülerde bakırı alırız, presler var, sürahi kalıpları, bardak kalıpları, kapaklı sahan, çeşit çeşit kalıplar var. Bunlar tornada şekillendirildikten sonra işlemeye girilir. İşleme dediğimde oyma nakışlar. Kalemle, çekiçle oyma nakış yaparız. O işlem de bittikten sonra, eskitme yapılması gerekiyorsa boya atıyoruz, parlatılması gerekiyorsa palisaj makinamız var onunla parlatıyoruz. Kalaya gitmesi gerekiyorsa kalay yaptırıyoruz. Nikelaj kaplamamız var, gümüş kaplamamız var, altın kaplamamız var, siyah eskitmeler var, isteğe göre bunları tek tek yağım aşamalarından geçiriyoruz.

Fabrikasyon ürünle el işi arasındaki farkı anlamak ürünün içine bakılır, içinde ve dışında nakış görünüyorsa o ürün fabrikasyondur. Bu baskı ile olan bir işlem ve o baskının şiddetiylede işleme arkaya da çıkar ama el işinde öyle bir şey yoktur, işleme yüzünde kalır diğer taraftan görünmez, fabrikasyonda her iki taraftan görünür.

Bir tarafta beş liralık ürün, diğer tarafta elli liralık ürü, aynı ürün. Bu defa insanlar haklı olarak, yani haklı değiller de yine de haklı olarak uygun ürünlere talep gösteriyor. Bu defada bakırlarımız satılmamaya başladı, inşallah insanlar değerini anlar ve tekrar el işine dönerler diye düşünüyorum.
6. Toz
Süleyman Daştan
D.1979, Ahşap Oyma Ustası
Sivas

Yaklaşık onbeş senedir ahşap oymacılığının içerisindeyim ancak on yıldır profesyonel olarak yapıyorum. Çocukluğumdan beri de ahşabın içerisindeyim. Babam şehrin en eski kerestecilerinden bir tanesiydi. Ahşabın içinde doğduk büyüdük, babamızın kestiği ağaçlara bugün biz şekil vermeye çalışıyoruz.

Ahşap geleneksel el sanatlarımızın en başında gelen sanatlarımızdan bir tanesi yani şuan unutulmaya yüz tutmuş, hatta el oyması olarak yalnızca birkaç tane ustanın yürüttüğü bir sanat dalı.

Ahşap oyma tarihin en eski çağlarına kadar dayanan bir sanattır. Nasıl diyeceksiniz, ilk insanlar korunma amaçlı silahlarını, bıçaklarını, oklarını yaylarını, barınma amaçlı evlerini ahşaptan yapmışlar.

Ahşap tabiatta en kolay bulunabilir ve temin edilebilir hammadde olduğu için, ahşabı şekillendirmişler. Kaplarını kacaklarını, silahlarını, oklarını, yaylarını evlerini, ahşaptan kullanmışlar.

Ahşapta bana sorarsanız en ideal kullanılabilecek hammadde ceviz ve kayındır. Onun dışında ithal ağaçlar da var limba, ayus, tik ağacı, abonoz gibi ağaçlar da var lakin onlar çok pahalı, talep doğrultusunda tabi onlarıda temin edebiliyoruz.

Bu dönem yoğun olarak mihrap mimber işi yapıyoruz, camilerimizi süslemeye çalışıyoruz çünkü dünya sanat tarihinde de böyle. Bakıyosun dünyadaki en güzel sanatsal şaheserler ibadethanelerde çıkmış. Kiliseler, katedraller ve kütüphaneler. Dünyadaki muhteşem sanatsal eserler buralarda vücut bulmuş. O anlamda ben özellikle cami işlerine biraz daha imtina ediyorum, biraz daha özen gösteriyorum ki, ibadethanelerimizi en güzel şekilde süsleyelim diye.

Onun dışında dekorasyon işi çalışıyoruz. Ayna, aplikdir, tavan süslemeleridir, bunları da çalışıyoruz, küçük objeler çalışıyoruz, üç boyutlu küçük objeler biblolar çalışıyoruz, yani ahşabı hayatın her alanına aktarmaya çalışıyoruzki bu da talep doğrultusunda oluyor.

Bizim haftada bir tane yaptığımızı, adam makinada günde yüz tane yapabiliyor, bu anlamda makinalaşmanın tabiki çok büyük zararı var. Ama umut ediyorumki ben, insanlarda tekrar sanatsal bir bilinç oluşmaya başladı, yani benim evimde güzel bir ayna olsun, güzel bir sandık olsun, ya da benim camimde güzel bir mihrab olsun, mimber olsun... İnsanlarda o anlamda sanatsal bilinç oluşmaya başladı, bu da bizi biraz daha umutlandırıyor.

Küçük Prens Alice Harikalar Diyarında