Tasarım,
sanat ve fikir kütüphanesi

Sunay Akın ile İstanbul Oyuncak Müzesi

17.02.2015
Sayı 2

Johan Huizinga, “Homo Ludens“ adlı eserinde yeryüzünde insana ait her şeyin başlangıcının oyun olduğunu gösteriyor. Önce oyun vardı! Ve oyun, tarih boyunca, hayatın her alanında kültürün temel öğesi olarak varlığını sürdürmüştür. Huizinga, kolektif hayatın bütün önemli biçimlerinin -ibadet, şiir, müzik, dans, bilgelik, bilim, hukuk, mücadele ve savaş- ortaya çıkışında oyunun son derece etkin bir rol oynadığını, fakat modern çağlarla birlikte oyunun, hayatı zenginleştiren bir unsur olmaktan çıkıp bugünkü dar alanına kapanınca, renksiz ve tekdüze hayatlar yaşamaya başladığımızı, Ekonomik güç ve çıkarların dünyanın gidişatını belirleyeceğine utanç verici biçimde inanıyoruz; ibadet eder gibi çalışıyor ve üretiyoruz; yavan ve kuru yarar duygusu, burjuva rahatlığı ideali zihniyetlerimizi etkiliyor. Oyuna toplumlarımızda artık yer yok; hayatın bütünlüğünden dışlanıp, sanayiye malzeme olsun diye bir köşeye atıldı.

Evet, Huzinga’nın tam yerinde ifadesinden sonra; oynamaya veya oynadığımız oyuncakları görmeye...
Belki de çocukluğumuzda sahip olduğumuz yada sahip olamayıp özlemini çektiğimiz, hayalini kurduğumuz oyun ve oyuncaklarla buluşmaya...
İstanbul Oyuncak Müzesine gidiyoruz... Göztepe’de Doktor Zeki Zeren Sokak'ta bulunan müze, etrafındaki yüksek apartmanlara inat bembeyaz bir inci tanesi gibi göz alıcı ve kıymetli... Bahçe içinde bulunan köşk müzenin önünde önce gerçeğiyle aynı boyutta zürafalar ile karşılaşıyoruz, kapıdan girer girmez, masal kahramanımız Keloğlan tebessümle bakıyor,” hoşgeldiniz” diyor sanki ve başlıyor yolculuğumuz.Masal kitabının içine girer gibi giriyoruz kapıdan, alt kattaki kafeterya yine masal dan bir parça...Her detay düşünülmüş, oyunun tam içindesiniz...her şey mini minnacık... Mini minnacık her şeyin ortasında kocaman yüreği gibi, kocaman cüssesiyle Sunay AKIN.
Ona her zaman söylediğim ve pek çok kişinin de söylediğine tanık olduğum söylemle; “Sunay AKIN ”. her kese, her insana, insanlığa ve hayata her daim yakın... İnsana dair negatif duygular, Sunay AKIN da yok, belli ki üretimi sırasında onun bu gün ne işler yapacağı belirlenmiş ve özellikle eklenmemiş. Sunay'ın müzesindeki asırlık ya da "antik" oyuncaklar, insanlığın ilgi alanlarına, hayallerine, duygularına, hatta teknolojik sürece ilişkin fikirler veriyor. Varını yoğunu, tüm zamanını, oyuncak aramaya, bulmaya ve almaya harcamakla kalmayıp, bir de her biri için inanılmaz araştırma yapıp kitaplar deviren, öykülerini uluveren ve şakayla karışık söylemek gerekirse bir "oyuncak profesörü”ne dönüşen Sunay, bir çocuk heyecanıyla, müzeyi gezdirirken tek tek açıklama yapıyor, bir kitap dolusu bilgi de sunuyor!
Masal Kafeteryadaki masanın üzerinde demli çaylar, peynirli sıcak simitler, benim bildiğim fakat BOX IN A BOX IDEA: Magazine okuyucuları için başladık sohbet etmeye;

Müzelerin çok önemli olduğunu vurguluyorsun sevgili Sunay nedir müze?

Helikon dağında oturan tanrılar tanrısı Musaların 9 güzel kızının adıdır. Musaların bir diğer adı da ‘ilham perisi’dir ve onların evi de Fransızca bir kelime olan ‘musee’dir. Müzenin kelime anlamı da buradan gelir. Yani müzeler ilhamın yaşadığı yerdir. Bu güzden ben yıllardır müze müze diye bağırıyorum. Bir ülkenin ne kadar müzesi varsa o kadar aydınlık demektir. Demokrasi, bir arada yaşama kültürü, özgürlük müzeleri olan toplumlarda mümkündür. Dikkat edersen gelişmiş, uygar ülkelerin müzeleri vardır. Biz demokrasiden, özgürlükten haklar talep ediyoruz, kitap okumuyoruz ama çocuklarımız okusun istiyoruz. Müzeleri olan toplumlarda kitap okuma sevgisi vardır, çünkü insanlar müzeleri gezdikçe okumaya, araştırmaya merak sararlar. Bir ülkenin kahramanları kurtlar vadisinden değil, kitap kurtları vadisinden çıkıyor. Aslolan müzedir ve ülkeler müzeleri üzerinde yükselir.

Çocukken dünyayı cebinde taşıdığını söylersin, bu düşünce nasıl gelişti?

Biliyorsun benim babam terziydi. Babamın terzi dükkânına gitmeyi çok severdim, babam aynı zamanda eve de iş getirir evde de keser biçerdi. Onun kestiği kumaşlardan arta kalan parçaları toplardım. Benim çocukluğumda bir orta atlas vardı, her sayfası harita olan bir kitap. Onu masanın üstüne koyardım ve babamın dükkânından topladığım kumaş parçaları hangi ülkelere benziyorsa, o kumaşın o benzediği ülke olduğuna inanırdım. Ve o kumaş parçalarını cebime doldururdum. Böylece ceplerimde dünyayı taşıdığıma inanırdım. İşte ben böyle oyunlar oynardım. Bu yaratıcı düşünceden kaynaklansa gerek. Hani herkes çocukluğundaki oyunları anlatır ya biz şunları oynadık, biz de bu oyunları oynardık derler. Benim çocukluktaki oyunlarımın hiçbiri bunlarla benzeşmiyor. Kendi oyunlarımı kendim kurardım. Ve ben hala dünyayı cebimde taşıdığıma, denizkızlarına ve uçan halılara inanıyorum. Hayaller olmasaydı gerçekler olmazdı.

Sunay Akın'ı tanıyanlar neden bir oyuncak müzesi kurduğunu bilir, fakat BOX IN A BOX IDEA: Magazine okuyucuları için yeniden duyalım neden oyuncak müzesi ?

Biliyorsun bu benim hayatım. Kitaplarımı okuyanlar zaten bilir. Çünkü oyuncak müzeleri hayalin, düşün müzeleridir. Önce düş vardır, gerçek hep arkasından gelmiştir. Sanatta da, bilimde de önce düş, arkasından gerçek gelir. İlerleme olabilmesi için önce düş atlarına bineceğiz. Pegasus'a... Pegasus zaten Helikon Dağı'ndan dünyaya şairlere ilham taşımıyor mu? Beyaz kanatlı uçan at, öncelikle ona sahip çıkmalıyız. Oyuncaklar çağlarının ve üretildikleri dönemin kanıtıdır. Artık Amerika'da Kızılderililer yok; ama bugün bir odaya girip Kızılderililerin 100- 200 yıl önceki yaşam tarzlarını görebilirsiniz. Hitler iktidara geldiğinde 33 yılında oyuncak askerler yaptı ve çocuklar o oyuncaklarla oynadı. Sonra 2. dünya savaşında çocuklar o oyuncak askerlerin yerini aldılar. 100 yıl önce yalnızca zengin ailelerin evlerine girebilirdi taş bebekler, porselen bebekler ve o bebeklerin yapımcıları gerçek saç kullanırlardı. O saçlar kime ait biliyor musunuz? Yoksul anneler bebeklerine ekmek süt alabilmek için saçlarını kesip o bebek yapımcılarına satarlardı. Bir annenin çocuğuna yiyecek alabilmek için kestiği saçlar oyuncağa konuluyor, zengin bir eve gidiyor o ailenin çocuğu onunla oynuyor, saçlarını tarıyor. Burada o bebekler var. Şimdi bu neyin müzesi oluyor? Ancak oyuncak müzeleri hayatı anlatabilir. Bana bir milletin oyuncaklarını göster sana o milletin nereden gelip nereye gittiğini anlatayım. Bu falcılık değil, bu hayatta her şeyin düşlerden doğduğuna inanmaktır.
Peki İstanbul Oyuncak Müzesi ne zaman ve nasıl kuruldu? Kuruluş amacı neydi?

Benim hayatımın en mutlu saatleri, en mutlu anları, hep müzelerde geçti. Yüzlerce müze gezdim, hala da geziyorum, çünkü müzeler bilginin tapınağı, mabedidir. Müzeleri olan toplumlarda, demokrasi gelişebilir. Yani bizden daha güçlü, daha gelişmiş olan Avrupa ülkeleri, önce zengin olup, sonra müzelerini kurmadı. Avrupa’da önce müzeler kuruldu, sonra her adımı bilgi dolu olan o müzelerin koridorlarından yürüyerek, bugüne geldiler.
20 yıl önce, bir edebiyat etkinliğine davetli olarak, Almanya Nürnberg kentine gitmiştim. Kentte bir oyuncak müzesi olduğunu duydum. Sabah erkenden oyuncak müzesine gittim. Müze açıldı, ben içeri girdim ve ancak müze kapanırken dışarı çıkabildim. Çok etkilendim... Çünkü, oyuncağın tarihi, düşlerin, hayallerin tarihidir. O gün müzede şunu fark ettim; insan önce hayal etti, sonra onu gerçekleştirdi ve oyuncak onun tanığı. Nürnberg’den sonra Avrupa’da, pek çok şehirdeki oyuncak müzelerini gezdim.
Oyuncak müzeleri, son 40- 50 yıldır açılmaya başlanan yeni bir konu. Ancak, bir dönemin oyuncaklarını bulmak çok zordur, çünkü oyuncak, çocuğun eline verildiği an, zaten kırılmaya başlar, sonrada atılır. Objenin tarihinde, yani eşyanın tarihinde en değerli olan; oyuncaktır. Türkiye’nin, daha önce bundan haberi yoktu. Ülke olarak bir şeyi daha kaçırıyorduk. Bir şeyde daha da geç kalıyorduk. Oyuncak müzelerini gezerken, neden benim ülkemde bir oyuncak müzesi olmasın diye düşündüm, karar verdim, ben kuracağım dedim. Kendi kendime kitaplarımdan, sahne oyunlarımdan, televizyon programlarımdan, telif hakkım olan, alın terimin hakkı olan paraların her kuruşunu, bu oyuncaklara yatırdım. Avrupa’nın, dünyanın en başarılı oyuncak müzelerinden biri olduk.
İstanbul Oyuncak Müzesi 23 Nisan 2005 tarihinde açıldı ve şu an 8 yaşında. İstanbul’un Göztepe semtinde, aileme ait tarihi bir konakta, dünyanın en iyi 3 oyuncak müzesinden biri.

Oyuncak seçmeyi hangi kriterlere göre yapıyorsun?

Müzeyi kurmadan önce 4-5 yıl oyuncağın tarihini araştırdım. Bu konuda pek çok yayın var, kitap var, onları okudum. Önce, oyuncağın tarihini öğrendim. Yani herkesin evinde eski bir oyuncak vardır. Ama herkesin elindeki bu eski oyuncak, onun müzelik olduğunu göstermez. Oyuncağın müzeye konma kriterleri, değerleri vardır. Örneğin, oyuncakların ilk oyuncak fabrikalarına ait olması önemli bir kriter. Bunları araştırdım tabi... Sonra, bunlara ulaşmak kolay değil. Bu oyuncaklar öyle gelişigüzel olarak satılmıyor. Bu oyuncaklar daha çok koleksiyonerlerde bulunuyor. Koleksiyonerlerden oyuncak almak, bir insanın kızını istemek gibi bir şey ve hiç kolay değil. Koleksiyoner seni sevmeli, sana ikna olmalı ki, oyuncağı sana versin. Ayrıca bu oyuncaklar oldukça pahalı ama paranın olması, oyuncakları almaya yetmiyor. Koleksiyonerin seni sevmesi, oyuncağın doğru bir yere gideceğine ikna olması lazım. Bütün bu zorlukları her oyuncak için tek tek yaşadık.
Bir resim müzesinin çok iyi bir müze olması için Türk ve dünya resim sanatından en usta imzaların eserlerinin yer alması gerekir. Bu eserler çoğaldıkça müzenizin değeri de artar. İşte oyuncak tarihinde de bu usta ressamlar ayarında markalar var. Örneğin ilk oyuncak abrikalarından Lehmann, Gunterman, Fleischmann. Keza Arnold, Schuco, Marx gibi oyuncak tarihinde kabul görmüş nadide örnekleri biz burada sergiliyoruz.

Oyuncak Müzesi’ndeki oyuncakların bir hikâyesi var mı?

Her oyuncağın ve oyuncağın üretildiği fabrikanın bir öyküsü elbette var.

Oyuncak ve çocuk ilişkisini nasıl değerlendiriyorsun?

Gelişmiş uygar ülkelerde oyuncak, çocuklara daha çok hayal kursun diye alınır. Geri kalan ülkelerde ise oyuncak, çocuklara oyalansın diye alınır. Oyuncakları çocuklarına hayalleri büyüsün, hayalleri çoğalsın diye alan ülkeler dünyayı yönetirken, oyuncakları küçümseyen, oyuncakları çocuklarına oyalansın diye alan toplumlar, o ülkelerin kapılarında oyalanmaya mahkûmdur. Oyuncağın çocuğun ve uygarlığın gelişmesindeki rolü, bu kadar büyüktür. Günümüzde daha çok bilgisayar oyunları oynanıyor. Oyuncakla oynayan çocuk, bu oyunlarda kahramandır, kendine başrol verir. Oyunların senaryosunu da kendi yazar. Bilgisayar oyunlarıyla oynayan çocuk ise, o oyunları hazırlayanın figüranı olmaktan bir adım öteye gidemez. Kendi hayalleri yoktur artık. Tutsaktır bir başkasının oyun planı içinde. Ama oyuncakla oynarsa, kendi hayallerinin peşinde koşar.

Nasıl bir gelecek hayal ediyorsun?

Daha müzeleri olan, hafızası belleği olan bir Türkiye hayal ediyorum. 1923 Devrimi Anadolu aydınlanmasının taçlandırılmasıdır. Bunun anlaşıldığı bir ülke, anlatıldığı bir ülke istiyorum. Nohut kendi başına güzeldir, nohut nohut olarak kalsın, fasulye de güzeldir fasulyeye fasulye diyelim. Buğday da güzeldir, adıyla yaşasın buğday. İncir de güzeldir, fındıkta. Fakat bunların hepsinin bir araya gelip kaynatılarak oluşturulduğu aşure tadında bir Türkiye istiyorum. Aşurenin o tadı, o güzelliği bozulmasın. Anadolu denilen bu büyük kazanı yitirmeyelim.
Bu yüzden ben kendi çocuklarımın mutluluğunu bütün ülkemin çocuklarının mutluluğu için istiyorum. Yani benden sonrası tufan anlayışına karşıyım. Altta kalanın canı çıksın diyeni hiç sevmem. Gerçekten bilgi toplumu olabilmiş, vatandaşlarının günlük hayatta kullandığı sözcük sayısı çoğalmış bir Türkiye’de, kendi kişisel zevklerimin, beklentilerimin yerine geleceğine inanıyorum. Yoksa ben hayattan kendi beklentilerimi almışken ülkemde her şeyin karanlığa sürüklenmesi beni mutlu etmiyor. Bu nedenle maddi ve manevi bütün olanaklarımla ülkemin bu yolda aydınlanması için çabalıyorum. Sanırım bütün bu yaptıklarım az önce tüm söylediklerimdeki samimiyetimin teminatıdır.
Sayı 2
Green Office ile Ofisler Doğa için H... Yanılsamalı Söyleşiler