Röportaj: Şener Yılmaz Aslan
Öncelikle Ahmet Doğu İpek’in hikâyesini kendisinden öğrenebilir miyiz? Senin için sanata adım atma süreci nasıl başladı, şu an umduğun gibi gidiyor mu? Yoksa “Nereden girdik bu işe?” diyor musun?
Sanata adım atma sürecini tek bir olayla açıklamak mümkün değil sanırım. Çok klişedir ama sanat yapmak genellikle çocuklukta oynayarak, bir şeyleri dönüştürerek başlanan bir süreç. Doğduğum ve yetiştiğim yerde insanlar her şeyini kendileri yapardı; evini, giysilerini, yolunu, bahçesini, saçını, halısını... Yakınlarda bir yerde sizden bağımsız, sizin için ürünler üreten, bunları size satan bir endüstri olmadığından, herkes kendi ihtiyacını karşılamak konusunda tecrübe ve beceri sahibi olmak zorundaydı. Herkes her işi yapmanın yanında en az bir durum ya da konu hakkında da kendini yetiştirir, usta olurdu. Tecrübe ve bilginizin yetmediği spesifik durumlarda bu ustalar devreye girerdi. Örneğin bir evi duvar ustalarıyla birlikte yükseltebilirsiniz ama çatısını örmek için böyle bir ustaya ihtiyaç duyulur, ahşap doğrama için başka, sıvası için de başka ustaya.
İşte tam da böyle bir yerde, bunları izleyerek ve buna yer yer dahil olarak büyüdüm. “Hayatımın bundan sonrasını sanat üreterek geçireceğim” dediğim bir kırılma noktası da yok. Bu 'sanata adım atma' halini hayatımın geri kalanı için stratejik bir karar alarak değil, güdüsel olarak bir ara yapmışım, hatırlamıyorum...
Nitekim küçüklüğümden beri çizim ve üç boyutlu nesneler üzerine kafa yorduğumu hatırlıyorum ancak ciddi anlamda bu konuya eğilmem lise zamanlarıma denk geliyor. Sonra üniversitede aldığım sanat eğitimi, üniversite sonrası kafa karışıklıkları, çeşitli karşılaşmalar, farklı atölyelerle ve kişilerle tanışmalar, kitaplar, okumalar, filmler, en çok da yukarıda anlattığım çocukluğuma ait tanıklıklar, yaşanmışlıklar... Şu an yaptığım işten memnunum tabii ki. Aksini söylemem şımarıklık olur herhalde.
Çalışmalarını şuan nerede yürütüyorsun, kendine ait bir atölyen var mı?
Şu an Beyoğlu, Aynalıçeşme’deki ev-atölyemde çalışıyorum. Atölyem bildiğimiz anlamdaki ressam/sanatçı atölyelerine pek benzemiyor, küçük bir atölye burası. Evin 15 m2’lik küçük bir odasını atölyeye çevirdim. Çalıştığım alanın küçük olması daha rahat kontrol etmemi, o da konsantrasyonumu sağlıyor. Küçük eskizler ve karalamalar dışında duvarda çalışıyorum. Teknik olarak bir iş bitmeden diğerine pek geçemiyorum, kafam karışıyor, çok nadiren aynı anda iki işi yaptığım oluyor. Tek bir duvar bana yeterli olduğundan da dışarıda ayrıca bir atölye tutmaya gerek duymadım. İleride yaptığım işlere ve ihtiyaçlara bağlı olarak mekanı büyütebilir ya da başka bir yere taşıyabilirim tabii.
“Building Porn” serisi izlemesi bile zaman alan çok detaylı işlerden oluşuyor. Bu eserlerinin üretiminde konsantrasyonunu nasıl sağlıyorsun?
“Building Porn” serisi üzerinde en çok çalıştığım, en kafa yorduğum ve çok fazla emek gerektiren işlerimden biri oldu. Bir resmin bitmesi iki, bazen üç ayı buluyor. Yani küçük bir atölyede sadece bir resimle aylarca boğuşuyorum denilebilir. Eş zamanlı başlayan gerçek bir inşaatın resim bitmeden bittiğine tanık oldum. Her şey kafamdaki görseli çok kaba hatlarıyla betimleyen, bazen 4-5 çizgiden oluşan kılavuz bir eskizi oluşturmakla başlıyor. Onun dışındaki her şey resmi işlediğim kağıdın yüzeyinde ve biraz da doğaçlama ilerliyor. Resim bir evreden sonra nasıl ilerleyeceğine neredeyse kendisi karar veriyor. Çizeceğim bir yapının nasıl olması gerektiğine ondan önce çizdiğim yapının kendisi kılavuz oluyor, ona da bir önceki yapı. Yeni yapacağım da sonrakiler için altlık oluşturuyor. Hal böyle olunca ilk çizdiğim öğeyi, kubbeli yapılardaki kilit taşına benzetmek yanlış olmaz. Diğer tüm yapıları ve her şeyi onun etrafına örüyor, hepsini bu odak üzerine örgütlüyorum. İşte tam bu noktada iş bir ‘oyuna’ dönüşüyor. Konsantrasyonumu da bu oyun sağlıyor. Sonsuz bilinmeyenli ama kurallarını da kendinizin koyduğu bir oyun :) Ha bir de gece çalışmak, kahve ve müzik.